22 Ağustos 2008 Cuma

uzayıp giden tren yolları

ki sene kadar önceydi. rayların ayrılık getirdiği "r-ay-rılık hikayesi"ni yazalı kad'ın fotoğrafına. "fotoğrafa yazı" projesine de o ray hikayeleriyle başlamıştık cey dayı ve ben.

ben o hikayede rayların kesişiminden yola çıkmıştım. "bazı yerlerde kesişseler de raylar, ayrılmak zorundadırlar. çünkü trenler tek ray üzerinde gidemez"

daha sonra abdullah yüce'nin bu şarkısını dinledim. "uzayıp giden tren yolları"... bambaşka bir betimlemeyle ayrılık vurgulanmıştı. betimleme farklıydı ama anlattığı şey hikayemle örtüşüyordu. bence bu hikayenin şarkısıydı. zaten hikaye de sadece metinden oluşmuyordu ki, bir de fotoğrafı vardı onunla ilişikte. hepsi aynı ayrılığı yansıtabildiğine göre üçünü bir arada görmenin ne zararı var ki yararından başka?

uzayıp giden o tren yolları
açılıp sarmayan yarin kolları
uğurlar kızları nazlı dulları

açılıp sarmayan yarin kolları
uzayıp giden o tren yolları

bir beyaz mendilin sallanışını
unutmam o gece ağlayaşını
silemem coşkunum gözüm yaşını

açılıp sarmayan yarin kolları
uzayıp giden o tren yolları
(1. fotoğraf: kad ... 2. a. yüce'yi tanıttığı için ümit amca'ya teşekkürler...3. "r-ay-rılık hikayesi"ni daha sonra blogta göreceksiniz. merkalılar ve aceleciler ise mail atabilir.)

düş denizinde dinlenmek... enise teyze... ve kıssadan hisse...

bazen insan yeni şeyler üretemiyor. düşlerinin bulunduğu gemi bir koyda dinlenmek istiyor. o zaman eski anılar, hatıralar, anlatılanlar, yaşanmışlıklar iyice su yüzüne çıkıyor. tekneden bir olta sallayıp onu yukarı çekmek, düşlerle harmanlamak ya da öylece anlatıvermek kalıyor geriye.

öyle anlardan birindeyim. anlatacak çok şey var ama halen ne nasıl anlatılacak, birbirine nasıl bağlanacak ve nasıl bir sonla bitecek; belli değil kafamda. onun için sonuncuyu çalakalem aktarabilirim düşüncesiyle aklıma geldiği gibi yazıyorum. giriş, gelişme, sonuç hak getire...

(...)

o'nunla geçen sene tanışmıştık. Enise Kocaman... bir bayram ziyaretiydi. ablam ve ben gitmiştik o ve oğlunun oturduğu eve. bizi hemen tanımıştı, kimin torunu olduğumuza kadar biliyordu. yaşı 85 olmasına rağmen... derdimiz komşuları olmuştu, onlara bir türlü laf anlatamamıştık. "Bu ikisi evli mi?", "Bu çocuk bu hanımkızımızın mı?", "Haa, nişanlılar mıydı?", "Vaa demek f'nin oğluyla kızı mıydı..." bir türlü abla-kardeş olduğumuzu anlatamamıştık. Olaya hakim enise teyze oğlu bize güzel türk kahvelerinden yaparken her konudan türlü şeyler anlattı. (...) maalesef anlattıkları silikleşmiş, bir türlü hatırlayamıyorum. ama güzel bir sohbetti, güzel kahveydi; çünkü güzel insanlardı hepsi.

Oğluna daha sonra bilgisayar ve internetle ilgili şeyler göstermiştim bu yaz başında. aslında oğlu dediğim babamın okul arkadaşı, ümit amca. ama o herkesin görüşlerine değer veren ve yaşı değil başın içindekini önemseyen biri olduğundan o öğrenci olmuştu ben hocası. internet hocalığı için evlerine her gittiğimde de sıcak bir karşılama vardı. birlikte yemek de yenik enise teyzeyle hep. "benim şekerim var, beni yerime de at çayına" diyordu, dört çaydan az içirmiyordu. babannem gibi zoraki yediriyordu vallahi. "sık sık gel" diyordu. "bak ne güzel oturuyoruz böyle" diyordu.

gönlü geçmeyenlerdendi enise teyze de. ayaklarındaki kireçlenme nedeniyle her ne kadar yürümesi güçlesse de üçüncü kattaki asansörsüz evinden iner, oğlu ümit amca arabayla günlere götürürdü.

hala her şeyi dün gibi hatırlıyordu. böyle geçmişi hatırlayan, gördüğü kişinin dedesine kadar seceresini çıkaran bir onu, bir de babannemi tanıdım. bir kere babannem gördüğü altmış yaşlarınca bir amcanın lakabını söylemesi üzerine "sen şunun oğlu musun" demişti. adam "en küçük oğluyum" deyince de "vaa, sen şunun oğlu memet miydin?" deyip doğru cevabı bulmuştu. zehir gibi bir hafıza. enise teyzedekinin bir örneğiydi bu da. bu yüzden ikisini de videoya kaydetmek istiyordum. onlar anlatsın geçmişimizi, doğduğum yeri, yaşadığımız çevreyi... çünkü ikisi dışında geçmiş anlatabilecek yaşa ve hala kuvvetli bir hafızaya sahip kimse yok çevremde.

bunun için özellikle istiyordum bir kamera bulup bunu gerçekleştirmeyi. ama olmadı maalesef. geç kalmanın, yapmak istediğim işi ertelemenin pişmanlığı var üzerimde. çünkü enise teyze geçen perşembe felç geçirdi, hafta içi yoğun bakıma alındı, 20 ekim çarşamba sabaha karşı hayata gözlerini yumdu.

geç tanısam da çok sevdim enise teyze'yi. allah rahmet eylesin...

(...)

daha çok kendime ait bir şeyler oldu. ama her ailenin, çoğu kişinin böyle yakınları yok mudur? ölünce daha bir kıymete biner, ne kadar az konuşulduğunun farkına varılır. kıssadan hissesi de oldu bu metnin işte... bugünün işini yarına bırakmamak gerek... yaşlıların kıymetini bilmek gerek...

19 Ağustos 2008 Salı

sevgilisi olanlar, muhakkak okuyun..


erkek kişisine öğütler:
- her şeye evet deme, her zamanki gibi aklını kullanmaya devam et.
- kızlar saçma sapan her şeye kırılmaz. kırılacaklar diye sürekli özür dileyip durma. çok sinir bozucu olursunuz.
- nazlara aldanıp geri çekilmeyin her zaman. üstüne gidin azıcık, kızlar severler kendine güvenen erkeği. onu etkilediğinizi bilin isterler.
- adıyla hitap edin arada bir. öyle her zaman aşkım, aşkitom, tatlişim vs.. sevgilinin tatlı yanı olduğu gibi erkekçe hitap eder yanı da olmalı arada bir. adını öyle bir söyleyin ki ondan ateşli ya da romantik bir şeyler isterken, omuzlarını kaldırsın istemsizce yukarıya, ve ruhunu size verdiğini hissederek göğüslerini kabartsın.
- espri yapmaya, sürekli güldürmeye çalışmayın. o zaman palyaço olursunuz. arada geldiğinde çıkan espriler daha kaliteli olacaktır. ayrıca çok sulu olmanın zararı vardır. hiçbir zaman ciddiye alınmamak gibi.
- arada bir emir verir gibi kurun cümleleri. "şimdi şunu yap. hadi uslu ol ve yap." tamam diyecektir engel olmaya çalışmıyorsa kendine, yapacaktır dediğinizi.
- "öyle tanıştık daha birkaç ay bile olmadı. ama kızı eve çağırdım." iyi halt ettin çatlakkk! "bakalım gelecek kadar basit mi" ulan, sen çağıracak kadar basit misin??!! durup dururken neden onun sana "onun bunun eti olmuş bu" gözüyle bakmasına neden olmak istiyorsun? erkek dediğin basit olmamalı, sakince istediğini alırken, her isteyene kendini vermeyen, kişilikli biri olmalı. özel olmak istiyorsan, basit bir mal olmadığını göster ona. kolay elde edilebilir olmadığını, ona kendini kaptırarak ona özel olduğunu anlatabileceğin kadar zor biri ol...

kadın kişisine öğütler:
- ilerde artık bıkıp kabul edemeyeceğin "tamam aşkım, senin istediğin gibi olsun"ları en başından yapmayın. en başından her şeye tamam dersen, onu öyle bir alıştırırsın ki, hem bir daha tarafınızdan hayır denilmeyi kaldıramaz. hem de önceden tamam deyip sonradan reddettiğiniz yasaklar, tatsızlığı olur aşkınızın. en başından delikanlı olmak gerek.
- nazın bokunu çıkarmayın. öyle yaparsanız, zamanı gelip de gerçekten istemediğiniz bir şeyler oluyor olduğunda, söylediğiniz "hayır"ınız, naz sanılır, ısrar baş gösterir. size bir şey olacağından değil, ilişkiniz zede görür.
- sevgilinizle gerçekten güzel ve paylaşımcı bir ilişki içindeyseniz, her şeyinizi paylaşın. hem güç vereniniz olacaktır. hem de erkeğiniz olmanın gururuyla sizi sıkıntılarınızdan kurtarmayı eskisinden daha büyük bir tat görerek, hayatınızın büyük kısmına sizi yerleştirecektir.
- suratına telefon kapatmayın! onlar o kadar kolay anlayamazlar düşündüğünüz incelikleri. sinirlendiğinizde sabırla anlatmayı deneyin. bir kez değil, iki kez değil. her sorunda. tabii aynı sorunun ikinci defa tekrarlanmasından bahsetmiyorum. ama anlatın, hem paylaşımın hem de uzlaşabilmenin aranızdaki ilişkiyi ne kadar gerçekçi ve canlı tutacağına bakın sonra da...
- istediklerinizi yaptıramadığınızda, o kadar sert bir uğraşa rağmen yaptıramadığınızda, size tanrı nın bir lütfu olan tatlı dilinizi, şeker davranışlarınızı kullanın. tatlı omuz hareketlerinizi, olduğunuz yerde şirin hareketlenmeler yapışınızı... ama çemkirmeyin. bağırarak değil. bir cümleyi defalarca kullanarak değil. özneyi yüklemi yerini değiştirip değiştirip kurup, adamın canını sıkarak değil.

iki kişiye de öğütler:
- anılarınızı, konuşmalarınızı arkadaşlara anlatmayın. bu yapılan "özel" hayata "genel" saldırıdır.
- sevgiliyi düşüncenizin noktasına çekmeye çalışmayın. geliyorsa gelsin önünüze zaten. gelmiyorsa yönelmeyi bilin. bazen de en güzeli olur, ikiniz de birbirinize yönelir, ortada buluşursunuz. aşk yarış değil unutmamak gerekir. inatla bir yere gelinmez. hayat paylaşımı uzlaşma gerektirir. anlaşamadığınız noktalarda ayrı ayrı ilerleyip hayatları ayrı ilerleteceğinize, ortada bir noktada buluşmasını bilin.
- birbirinizin sahibi olmaya çalışmayın. birbirinizin olmaya çalışın...

yok oluş


yine oturma odasından sesler yükseliyordu birbirinin içine geçen. canıma tak etmişti her şey karanlık odada yüreği sıkışmış ufacık bir ben için. yürümeye başlamıştım evin uzun koridorunda sessiz ve sakin. oturma odasının kapısının buzlu camından dışarı süzülen ışığa doğru ilerlemeye başlamıştım. Çığlıklar da eklenmeye başlamıştı hırçın seslerin arasına. bense terliğimin fayansta çıkardığı tıkırtıya adapte olmaya çalışıyordum.
yaklaştıkça televizyon girmeye başlıyordu ufak hıçkırık aralarına. Çığlıklar genizden geliyordu, haykırışlar hırslardan akıyordu oturma odasına ve ağlayışlar yüreklerden kopup gelirken benim yüreğimi de koparıyordu pervasızca.
sert, kalın bir ses duyuyordum önce üst komşunun bile duyduğuna emin olduğum. alınan nefes aralarına annemin hıçkırıkları giriyordu güçsüz ve sinmiş. televizyonda magazin programlarının şen müzikleri eşlik ediyordu annemin hıçkırıklarına ve ortamın kanlarına bulanmamı da önlüyordu bu aynı zamanda.
ben yaklaşıyordum ışığa. uzun bir gölge vuruyordu oturma odasından koridora, babamın gölgesiydi bu benden beni aktıran. işığa neden ilerliyor olduğumu bilmiyordum ama ayaklarımda hiçbir tedirginlik yoktu beni durdurmaya çalışan.
tanınmayan bir şakırtı geldi o arada, ve ardını süsleyen genizden kopmuş bir haykırış. hıçkırıklar yoğunlaştıkça koridoru, ben boğuluyordum.
o an ilerlediğim noktaya beslediğim amacı anlamıştım işte. babamın gölgesi, buzlu camdan benim üzerime düşüyordu şimdi, benim gölgem de dış kapının üzerine.
bir haykırış daha koparken açtım o kapıyı, gölgem apartmana uzanan pis yere yapıştı. bir sonsuzluk indi derinliklerime. karanlığın sınırsızlığını gördüm dışarıda. ve içeride ailem dediklerimin yaşattığı karanlığa gömüldüm.
tek bir adım, ve gerisi geldi. buzlu cam çok gerideydi artık. yakın olansa soğuğun kesişiydi karanlık geceyi.
sokakta sadece ayak seslerim ve ben varken söylüyordum bu cümleyi: işte yok oluş bu..
işte yok oluş, bu..
***