22 Ağustos 2008 Cuma

düş denizinde dinlenmek... enise teyze... ve kıssadan hisse...

bazen insan yeni şeyler üretemiyor. düşlerinin bulunduğu gemi bir koyda dinlenmek istiyor. o zaman eski anılar, hatıralar, anlatılanlar, yaşanmışlıklar iyice su yüzüne çıkıyor. tekneden bir olta sallayıp onu yukarı çekmek, düşlerle harmanlamak ya da öylece anlatıvermek kalıyor geriye.

öyle anlardan birindeyim. anlatacak çok şey var ama halen ne nasıl anlatılacak, birbirine nasıl bağlanacak ve nasıl bir sonla bitecek; belli değil kafamda. onun için sonuncuyu çalakalem aktarabilirim düşüncesiyle aklıma geldiği gibi yazıyorum. giriş, gelişme, sonuç hak getire...

(...)

o'nunla geçen sene tanışmıştık. Enise Kocaman... bir bayram ziyaretiydi. ablam ve ben gitmiştik o ve oğlunun oturduğu eve. bizi hemen tanımıştı, kimin torunu olduğumuza kadar biliyordu. yaşı 85 olmasına rağmen... derdimiz komşuları olmuştu, onlara bir türlü laf anlatamamıştık. "Bu ikisi evli mi?", "Bu çocuk bu hanımkızımızın mı?", "Haa, nişanlılar mıydı?", "Vaa demek f'nin oğluyla kızı mıydı..." bir türlü abla-kardeş olduğumuzu anlatamamıştık. Olaya hakim enise teyze oğlu bize güzel türk kahvelerinden yaparken her konudan türlü şeyler anlattı. (...) maalesef anlattıkları silikleşmiş, bir türlü hatırlayamıyorum. ama güzel bir sohbetti, güzel kahveydi; çünkü güzel insanlardı hepsi.

Oğluna daha sonra bilgisayar ve internetle ilgili şeyler göstermiştim bu yaz başında. aslında oğlu dediğim babamın okul arkadaşı, ümit amca. ama o herkesin görüşlerine değer veren ve yaşı değil başın içindekini önemseyen biri olduğundan o öğrenci olmuştu ben hocası. internet hocalığı için evlerine her gittiğimde de sıcak bir karşılama vardı. birlikte yemek de yenik enise teyzeyle hep. "benim şekerim var, beni yerime de at çayına" diyordu, dört çaydan az içirmiyordu. babannem gibi zoraki yediriyordu vallahi. "sık sık gel" diyordu. "bak ne güzel oturuyoruz böyle" diyordu.

gönlü geçmeyenlerdendi enise teyze de. ayaklarındaki kireçlenme nedeniyle her ne kadar yürümesi güçlesse de üçüncü kattaki asansörsüz evinden iner, oğlu ümit amca arabayla günlere götürürdü.

hala her şeyi dün gibi hatırlıyordu. böyle geçmişi hatırlayan, gördüğü kişinin dedesine kadar seceresini çıkaran bir onu, bir de babannemi tanıdım. bir kere babannem gördüğü altmış yaşlarınca bir amcanın lakabını söylemesi üzerine "sen şunun oğlu musun" demişti. adam "en küçük oğluyum" deyince de "vaa, sen şunun oğlu memet miydin?" deyip doğru cevabı bulmuştu. zehir gibi bir hafıza. enise teyzedekinin bir örneğiydi bu da. bu yüzden ikisini de videoya kaydetmek istiyordum. onlar anlatsın geçmişimizi, doğduğum yeri, yaşadığımız çevreyi... çünkü ikisi dışında geçmiş anlatabilecek yaşa ve hala kuvvetli bir hafızaya sahip kimse yok çevremde.

bunun için özellikle istiyordum bir kamera bulup bunu gerçekleştirmeyi. ama olmadı maalesef. geç kalmanın, yapmak istediğim işi ertelemenin pişmanlığı var üzerimde. çünkü enise teyze geçen perşembe felç geçirdi, hafta içi yoğun bakıma alındı, 20 ekim çarşamba sabaha karşı hayata gözlerini yumdu.

geç tanısam da çok sevdim enise teyze'yi. allah rahmet eylesin...

(...)

daha çok kendime ait bir şeyler oldu. ama her ailenin, çoğu kişinin böyle yakınları yok mudur? ölünce daha bir kıymete biner, ne kadar az konuşulduğunun farkına varılır. kıssadan hissesi de oldu bu metnin işte... bugünün işini yarına bırakmamak gerek... yaşlıların kıymetini bilmek gerek...

1 yorum:

yazarkasa dedi ki...

yanındayken hiçbir zaman değeri bilinmeyen, kaybedilince de yokluklarında boşluklara binilen anılarla yaşadık zaten en büyük kırılmalarımızı. allah rahmet eylesin..