19 Ağustos 2008 Salı

yok oluş


yine oturma odasından sesler yükseliyordu birbirinin içine geçen. canıma tak etmişti her şey karanlık odada yüreği sıkışmış ufacık bir ben için. yürümeye başlamıştım evin uzun koridorunda sessiz ve sakin. oturma odasının kapısının buzlu camından dışarı süzülen ışığa doğru ilerlemeye başlamıştım. Çığlıklar da eklenmeye başlamıştı hırçın seslerin arasına. bense terliğimin fayansta çıkardığı tıkırtıya adapte olmaya çalışıyordum.
yaklaştıkça televizyon girmeye başlıyordu ufak hıçkırık aralarına. Çığlıklar genizden geliyordu, haykırışlar hırslardan akıyordu oturma odasına ve ağlayışlar yüreklerden kopup gelirken benim yüreğimi de koparıyordu pervasızca.
sert, kalın bir ses duyuyordum önce üst komşunun bile duyduğuna emin olduğum. alınan nefes aralarına annemin hıçkırıkları giriyordu güçsüz ve sinmiş. televizyonda magazin programlarının şen müzikleri eşlik ediyordu annemin hıçkırıklarına ve ortamın kanlarına bulanmamı da önlüyordu bu aynı zamanda.
ben yaklaşıyordum ışığa. uzun bir gölge vuruyordu oturma odasından koridora, babamın gölgesiydi bu benden beni aktıran. işığa neden ilerliyor olduğumu bilmiyordum ama ayaklarımda hiçbir tedirginlik yoktu beni durdurmaya çalışan.
tanınmayan bir şakırtı geldi o arada, ve ardını süsleyen genizden kopmuş bir haykırış. hıçkırıklar yoğunlaştıkça koridoru, ben boğuluyordum.
o an ilerlediğim noktaya beslediğim amacı anlamıştım işte. babamın gölgesi, buzlu camdan benim üzerime düşüyordu şimdi, benim gölgem de dış kapının üzerine.
bir haykırış daha koparken açtım o kapıyı, gölgem apartmana uzanan pis yere yapıştı. bir sonsuzluk indi derinliklerime. karanlığın sınırsızlığını gördüm dışarıda. ve içeride ailem dediklerimin yaşattığı karanlığa gömüldüm.
tek bir adım, ve gerisi geldi. buzlu cam çok gerideydi artık. yakın olansa soğuğun kesişiydi karanlık geceyi.
sokakta sadece ayak seslerim ve ben varken söylüyordum bu cümleyi: işte yok oluş bu..
işte yok oluş, bu..
***

Hiç yorum yok: