9 Ağustos 2008 Cumartesi

"uyuryazar"


Hangi hastanede, ne tür bir hikayeyle hayata açtı gözlerini, ne tür aksiyonlara neden oldu bebekliği boyunca, kuzen çocukları ilk hangi küfrü öğrettiler ona, ilk adımını attığında kimler vardı yanında...

Hangi ağaçlara tırmandı çocukluğu boyunca, hangi meyvelerin ağaçlarına el uzattı gizli saklı, annesine topladığı çiçekler hangi teyzelerin bahçelerindendi, top oynadığı arkadaşlarının içinde bir başka ses tonuyla konuştuğu, gözlerinde kaybolduğu, ağlamasına dayanamayıp tutarsızca bağırdığı, hatta belki dudaklarından öptüğü o ilk aşkı kimdi...

Yaşıtlarının çıkmış sakallarına kaç ay imrendi, güçlenen parmaklarını ilk ne zaman keşfetti, yanlış arkadaşlardan ne zaman vazgeçti, sürekli dışarı çıkmak için annesiyle yaptığı kavgalar içinde en canına dokunan hangisiydi...

Hakkında bilmediğim koca bir dünya var işte ortağımın. Bildiğimden çok bilmediğim, onu buralara getirip konuştuğu cümlelerde, seçtiği yüklemlerde izlerini bırakan duygu dolu anılarıyla kabının şekillendiği, ona efendiliğini bahşeden, kendisini sevdirten, bilmediğim neleri var..

Ama hakkında onu tanıdığım kadarıyla yazılmış bir hikayem olabilirdi, koskoca bir bütünün içinden hayalimin eşliğinde seçilmiş kendime ait, ama onunla ilgili ufacık parçalarım...

Babası işteyken doğum sancısını yerleştirmişti annesinin karnına. Telefonlar ödeme iki gündür geciktiği için kapalı. Komşuya zor yetişti taze anne. Komşunun kapısı önünde, artık kucağına almak için her saniye tutkuyla ıkındığı yavrusunu görmek için heyecanla, dünyanın en soğuk yerlerinden birini, apartmanlarının ışık almayan koridorunu, güneşi yapıp oğlunun güzelliğini, ısıttırdı ağlayışlarıyla.

Anne sevgisi eşliğinde, gülücük ve taze sevgiler getirip onları birbirine bağlarken, ilk "kaka" demeyi öğrendi kuzenleri sayesinde. "baba"dan önce "kaka" derken, "kaka"larla karşılaşınca her zaman "baba" diyemeyeceğini öğrenen güçlü bir evlat olduğunu gösteriyordu belki de.. ve bilinçsizce söylediği bu ayıp kelime, hayatının bilinçli evresinde de yaptığı son ayıp oldu kesinlikle...

İlk adımını tek başına atmıştı beşiğinden sıçrayıp. "kapanlara kısılamam" diyordu asice. Ceylan gibi sekerim diyordu, esarete yenik düşmektense...

Kocaman bahçede, yan komşuların çocuklarıyla top oynayarak vaktini paylaştığı günlerden biriydi yine, kıyamadan baktığına top çarpmış, ağlıyordu hıçkıra hıçkıra. Kesti topu, bir daha onu ağlatmasına izin vermeyeyim diye, öptü başını acıyan yerinden. Sevgisiyle çözdüğü sorunların sadece ilkiydi bu belki de. Gözlerindeki derin manayla yok ettiği acıların sadece ilkiydi. "acımıyor artık, geçti"...

Hatırladığı ilk anneler gününde çiçeklerini kopardığı bahçenin sahibine yakalanmıştı kaçmaya çalışırken. Hiç yemediği kadar büyük bir azar yemiş ağlayarak getirmişti çiçeklerini annesine. Koşmaktan, belki de onları koparan minik çocuğun içindeki kırgınlıktan dalları boyun eğen çiçeklerini, incili gözleriyle annesine verip atlamıştı kollarına. Onu sevenlerin onun için esirgemedikleri onca şeyin değerini anlayarak söylenmişti: "sevmeyenler ne kadar kötü davranabiliyorlar. Bir daha sevdiklerimin yüzünü astırmayacağım."

Kendi halindeydi her zaman. Arkadaşlarının iyiliklerini istediği için yemişti en büyük kazıklarını hep. En büyük iyilikler peşinde ezilmişti safsızlıkların arasında. Hiç kıskanmadan büyüdü arkadaşlarını. Sabırla bekledi sakallarını. Uzamaları için hiç çaba sarf etmeden, beklediğini kendi bile farkına varmaksızın bekledi. Yediği kazıklarla öğrendi dostu arkadaşı, hayatı öğrendiği için bile hiç isyan etmedi. İlk öptüğü kız, sakallarından rahatsız olduğu için bir ay boyunca, sakallarından nefret bile etti. Annesine nefret duydu o bir ay, erkek doğduğu için...

Kendi kişiliğini tam olarak bulan yetişkin bir bey olduğunda, duygu dolu ruhunu yazılarla şenlendirmelere yeltendi. Benimle paylaşmak istediklerini Silifke yoğurdu yediği cafe masalarına yazdı. Yaptığı en büyük yanlış neydi bilmiyorum ama, paylaşımlarını hiçbir zaman buna pişman olmayacağı bir yazarkasaya açtı...

8 Ağustos 2008 Cuma

hayata atmaya çalıştığımız tüm golleri onun bize atması

hayatı top yerine koymakla başladı tüm oyunlar. Doğmakla alaya başladık dönek hayatın topluğuyla. Çalımlar attık herkese, en yakınlarımıza bile profesyonel bakışlar attık, yorduk. ayaklarından hayatı aldık daha iyi bir oyuncu olabilmek için. Vicdan sorunu hiç çekmedik; hep profesyoneldik, bununla avunduk maç boyunca. Sorun tek maçımız olmasıydı belki de; bundan başka kazanma seçeneğimiz hiç olmamasıydı. Açlığımız, tokluğumuz, kalitemiz sadece bu maç sayesinde artacak ya da yok olacaktı. Ve savaştık, en yakınlarımıza yakın uzak demeden savaştık. Topu aldık ayaklarımıza ya da alamadık. Bazı zamanlar kaleye çok yanaştık. Ama bu savaşı açanlar olarak; dönekliğini öldürmek yerine onunla oynayarak yakınlarımızı uzak yapıp, böylece yalnız kalmamıza neden olan hayat, kaleye her yanaştığımızda vicdanımıza dokundu acımasız elleriyle, ve onu yenmemiz gerekirken daha kaliteli bir hayat için yok ettiklerimizi göstererek güldü yüzümüze utanmadan. Bizimse gözlerimiz kararmıştı her şeye tek başına sahip olma aşkıyla. Yok ediyorduk değerli şeylerimizin hepsini, bir başkasının yemi olmamak için girdiğimiz bu profesyonel savaşta. Ve her kaleye bu denli yaklaşışta aklımızı alan yalnız bırakılmış gerçeklerin vuruşuyla yüzümüze; gol oluyordu. Ama her vuruşta Biz kaleye hayatı değil; Hayat, bize gol atıyordu.. hayatın kalitesizliğine duyduğumuz nefreti çöpe atarak sevgileri paylaşımlara sunmak yerine, hayatı kabullenip onunla oynayarak canlılık katıyorduk acımasızlıklarına, besliyorduk kör gözlerle; yalnız kalansa yine etrafımızdaki her şeyi yok etmiş bizler oluyorduk. Ve bu oynama devam ettikçe gol yemeye devam edecektik biteviye. Kimsenin bundan haberi yoktu..

klozet kapağı

kapağı kaldır, içine et. zaten bu koca âlem içindeki minicik dünyamızın kapağını kaldırıp içine ede ede dünyamızı bir b.k çukuruna çevirdiler. entrikalar çeviren, para uğruna tüm dostlukları satan insanlar dünyayı bu hale getirenler... oysa senin yaptığın doğal bir ihtiyaç; üstelik dünyayı mahveden o insanlardan bil ki daha temizdir. bu nedenle hiç çekinme; kapağı kaldır, doyasıya et.

üstteki AltZine'de yayınlanan bir altkapak hikayesiydi. ona gelen okur (ama çok sağlam bir okur ve yazardır) yorumu da bu hikaye kadar güzel olmuştu:

"bu yazıyı okuduktan sonra kapağı kaldırıp doyasıya ederken düşündüm de klozete bile yabancı bir cisim atıp tıkadığımızda kullanılamaz hale geliyor ve etrafı b.k götürüyor. acaba diyorum bu dünyanın içine kaçan yabancı cisimler de biz insanlar mıyız? öyleyse bu dünya bu tıkanıklığı daha ne kadar kaldırır?"

ve bu güzel yoruma hikaye yazarından bir yorum daha gelmişti:

"bu dünya bu tıkanıklığı daha ne kadar kaldırır? sanırım birileri sifonu çektiğinde bu tıkanıklık da çözülecek. nuh tufanı nda olduğu gibi... "

7 Ağustos 2008 Perşembe

tatlı acılar istiyorum

bir yakarıştır bu. hayatın anlamsızlığında duygulanacak, akacak, hissedecek şeyler aramaktır.

yavaş atan bir yürek. ve arada bir, onun duygusuz heyecanlarla öküz gibi çarpışı. en kötüsü bu öküz çarpışlardan şiddetle bıkmak..

kalbin atışının tadıyla kişinin ne yapacağını bilemediği, yüreğin derinlerden hızlı hızlı ve tatlı çarptığı, ama bedene en hislice ve en yavaş hareketleri yaptırdığı acılar istiyorum. sarılmayı istemek, sarıldıkça yetmemek, kaçmak, kaçtıkça sorumluluğunu hissettiğim başka hayatların hayatıyla genişlemek, yakınlaşmak, yakınlaştıkça terler dökerek bedenimin tatlanışını akıtmak, sevmek, öyle bir acı sevmek ki, sevilmediğini bile bile tüm duygularınla onun tenine karışmaktan pişman olmak...

tatlı acılar istiyorum. hiç bitmesini istemediğim, sevgilinin kucağında ağlayışıyla çaresizlenmek kadar tatlı acılar. kalbin varlığını, tenimin parlaklığını hissettiren acılar... bitmeyen acılarla mutlu oldukça gözlerimin dolarak sevgilerime daha da bağlanmak istiyorum; görünmez bağlar ve tutkularla..

g noktası

g noktası, kadın vücudundaki birçok erojenik bölgeden sadece bir tanesidir. vajinanın iç-ön duvarında, dokununca yeri pütüründen dolayı hemen anlaşılabilecek, bir bölgedir. bu bölgenin bastırılarak okşanması, kadına "vajinal orgazm" dediğimiz, "klitoris orgazmı"ndan daha şiddetli bir orgazma neden olmaktadır. g noktası, özel olarak hassaslaşmış bir deri tabakası değildir. hemen önünde erkeklerde prostat bezine denk gelen "scene bezi" bulunmaktadır. bu bez, erkektekiyle yaklaşık olarak aynı içeriğe sahip olan, orgazm sıvısı salgılamaktadır. g noktasının baskıyla okşanması, ilk başta idrar gelme hissi uyandırsa da, devam edildiğinde bu bezin uyarılarak orgazm sıvısının salgılanmasını şiddetlendirmeye neden olur.

fakat bu nokta, aynı zamanda hiçbir önemi olmayan noktadır. partnerin vücudunda daha o kadar dokunmaya değesi, ve sizin için olduğu kadar onun için de erojenik olan o kadar bol nokta var ki, bu sadece bir tanesi. sadece sevin partnerinizi, ve öperek koklayarak dokunarak tüm vücudunu tanıyın sevdiğinizin, o arada hoşuna giden noktaları da birer birer keşfetmenin tadına ve kadınına yeten erkeklik egosunun hissine bakın. ruhunu olduğu kadar bedenini de keşfetmek hoşunuza giderken, bir noktanın telaşında zevkinizden de olmazsınız.
bu noktanın bu kadar önemli olmasının nedeni, orgazma neden olan sıvının salgılandığı bezin hemen üzerini derin bir baskıyla ovuşturmanızla sıvının salgısını artırmanızdır. öperek severek kat kat fazlası yapılabilir, verdiğiniz zevk kadar getirisi de olan...

milletçe çocukları birleştirsek hatim indirmiş kadar oluruz

herkes aya giderken güzel ve yalnız ülkem niye yaya gidiyor, bir türlü kavrayamıyorum.

malumunuz daha çok gelenek ve yıllarca süregelen arapçanın baskısı neticesinde pek çok insanın adı arapça kökenlidir, kuranda yer alan kelimelerdir. insanlarımız önemli kişiler gibi olmasını istedikleri için çocuklarına bu isimleri koymuşlardır. ama bu iş gördüğüm kadarıyla çığrından çıkıyor.

"adı kuranda geçmeyenler mahşer günü sesini duyuramayacak" benzeri sözler duymaktayım bu sıralar nasıl oluyorsa. illa ki kuranda geçecek isim... yahu benim isim öztürkçe, n'olacak yani, ben cehennemlik miyim?

üstelik bunu söyleyen ve dinleyenler o kadar inanıyor ki çocuğuna büdü ismini layık bulan bir kişi tanıyorum. edi'nin kankası büdü değil yanlış anlamayın. kuran'da geçiyor onlara göre büdü. iyyakenabüdü uzun geldiği için ve bu kuran'dan isim zorlamasına bağlandıkları için büdü koyuvermişler.

mehmet, mustafa, mahmut gibi isimleri anlarım, muhammed kökenlidir; anlamı ve yüceliği önemlidir yüreklerde. ayşe'yi anlarım. ama büdü, aleyna gibi isimleri anlamakta zorlanıyorum.

hele hele kuranda adı geçmeyenin cehennemlikmiş gibi aksettirilimesinin insanların tam anlayamadığı dininin sömürülmesi ve türkçenin yozlaştırılması için bir çaba olduğunu düşünmekteyim.

çocuğum olursa ismini sübhaneke koyup kısaca süb diye mi çağrımalıyım? bilemedim.

şu an elim cebimde, cebim delik, elimde ne var... hı?? zampara seniiii ;)

bir 1 nisan gününde tatlı, şeker, tombik anneanneme şaka yapma planlarıyla en yakın arkadaşımla anneannemin ev numarasını çevirerek hikayemiz başlar:
" merhabalar sayın talihli yarışmacımız! bilmem ne fm bilmem ne yarışmasına -o zaman ne salladım hatırlamıyorum- hoş geldiniz! isminizi öğrenebilir miyim? "
(arka efekt olarak arkadaş da saçma sapan bağırmaktadır. en saçmaladığı cümle ise dikkatimi çekmiş olup en büyük fenerbahçe dir. konuyla alakası neyse...)
anneanne cevap verir; ses heyecanlı gelmektedir: "pakize yavrum "
"pakize hanım size üç soru soracağım. üçünü de bilirseniz vestel den 100 ekran tv kazanacaksınız! sorularımıza hazır mısınız? "
"ayy evet evet"
" ilk soru geliyor o zaman: fasulye nerde yetişir pakize hanım? " (arkadaş saçma efektler arasına olmadık ses efektleri de katmaya başlamıştır )
"toprakta!" (dj in amacı son soruya kadar gelebilmek olduğu için verilen cevapları önemsemeden doğru kabul etmektedir. dj, doğru, bildiniz dedikçe arkadan çığlık efektleri gelmektedir.)
"brrravooo bildiniz pakize hanım çok iyi gidiyorsunuz! şimdi ikinci soruya gelelim: türkiye nin yüz ölçümü en büyük şehri hangisidir? "
"istanbul yavrum" (ses heyecanlıdır artık)
"bravvoo pakize hanım! son soruya geldik hazır mısınız bunu da bilirseniz tv sizindir! hazır mısınız? "
"evet yavrum sor sor allah razı olsun. zaten tv bozuldu geçen gün artık iyi göstermiyo kanalları---"" (teyze fırsat bulmuştur dert yakınmak için ama sözde dj sözünü keser: )
"evet pakize hanım. son soru o halde. kazanacaksınız ve tv derdiniz olmayacak bundan sonra: sorunuz geliyor! şu an elim cebimde, cebim delik, elimde ne var?"
teyze hiç şaşırmadan aklına gelen -tabii sizin aklınıza da gelen- cevabı yapıştırır. uzun uğraşlar sonunda teyze doğru yola getirilir, amaç eğlencedir eğlenilmiş istenilen cevap alınmıştır; en son teyzeye anahtarlık dedirtilir. ve adres alınıp konuşma bitirilir.
şakayı açıklamak için anneanneme gittiğimde ise beni okul biter bitmez o tv yi almaya borclu edecek kadar üstüme gelmiştir. evet, şimdiden borçluyumdur.borç yidiğin - o yiğit ben oluyorum tabii:P- kamçısıdır. hehe

çocukken bir şeyler birikir, bir şeyler yitirilirdi hep...

bazen bir hevesle başlar çocukken biriktirmeler. bir pul koleksiyonudur belki bu, belki eski para koleksiyonu. eski çocukluk hevesi olanlardan, yabancı ülkelere gidenlerden ne eski ne değişik paralar ve pullar toplanır. değişik ülkelerin 2-3 renkli, değişik köşeli garip yazılı ve şekilli paraları, ya da üçgen-beşgen pulların koleksiyonları. çocuğu memnun etmek için eski koleksiyonlardan ya da farklı ülkelerden armağan edilenlerin karışımı çok değerli kılmaya başlar çocuğun koleksiyonlarını. paralar-pullar dökülür ortalıklara, bakılır, sayılır, kategorilere ayrılır. kuzenlere, arkadaşlara gösterilir. hatta bazen paylaşmayı öğrenmeye yarar bunlar: çok sevilen arkadaşa koleksiyondan değerli bir parça hediye edilir.
zaman geçtikçe eskisi kadar biriktirilmez olunur pullar ve paralar. bir rafa, bir çekmeceye atılırlar. ve baba çıkıverir birden ortaya, milyarlar eden koleksiyonu çıkarıverir tozlandığı çekmecesinden. tüm emeği habersizce satarken, çocuğuna saygısını da yitirmiş olur aniden. sonra bir ara o çekmece bir açılır, bomboş kutular bulunur gerilerde. para için çalınan emeklerin harap edilişi farkına varılır. yıkık dökük ağlanılan o an, hep gelir hep gözlerin önüne büyüdükçe. benden çaldıkları sadece bunlar olsaydı bari denilir içten içe: sadece parasal şeyler olsaydı keşke....

şeytanla ilk karşılaşma...

+ aslında sen yoksun insanların ürettiği bir zihin ürünüsün. burası da(cehennem) insanların zihninde ürettiği bir mekan ve şu an benim düşüncelerimdeyiz.
- senin zihnini sikerim bak!
+ varlığına inanıyorsan meleklerin cinsiyetsiz olduğunu bilirsin ve bu eylemi nasıl gerçekleştirirsin?
- zihninde sikerim o vakit!
......
-şeytan bey?
+efendim canım?
-şeyy.. tanrıyı nerede bulabilirim acaba?
+niğde'ye...
-tanrı niğde'de mi yaşıyormuş haberimiz yok?!
+ha haaa, geçti bor'un pazarı, sür eşşeği niğde'ye!

aah ah şu bebeklere gerizekalı muamelesi yapılır ya...

- hanimiş benim bebikim şeker ballı şey gözlere bak. ne renk senin gözlerin?
- gugu! (mavi ya lan bilmiyo musun renkleri kazık kadar olmuşun)
- ayyy cevap da verdi annişi! tatlılığa bak şundaki!
- bubu! (anniş ne lan! karizmamı yerle bir etme benim yanımda durup. böyle konuşan biriyle görünmek istemiyorum.)mırrr rara gugu hugu!
- annişiii durmuyor yerinde yaramaz bebikin, halası yesin seniii!
- huggg hugg ghaaaa! (lan bi bırak lan! ciğerim çıktı sıkmaaa!) (kucağına alıyo anne beni yaaaa! anne senin oğluna dedittirir misin milletin kucağına oturtuyo kendini diye anneeee al beni bu karının ellerindeeeen!) ghhaaa ghuuu aggaaa eeeeeuu!
- adın ne senin yakışıklım benim hı? adını söyle bize?
- guggu! agga! (şuna bak, mal taklidi yapıyo bana ya.) (anneeee al beni şu malın kucağından! ulan büyüyünce ben almazsam seni kucağıma, off yaaa karizmam çizildi, anneee gözlüğüm nerdeeee!!) ghuhu gakaa hkhaaaaa eueueeeee!
- yerim seni yerim soy adını da söyledi bir de.. hadi çükünü göster halaya, hanimiş bebikimin çükü hanimişşş!
- ghakhaaaa euheuee kğaaaaa gkheeueuuu!(anne laaaağnnnn bu bana sarkıyo anne laaan! söyle kocasınınkine baksın özlediyse, onunki daha büyük-anneeeeğhh! anne hoplatıyo şeyimi anneeeeğhh!) hofff.. prthıhıhkh (offf..sakin.) hugha, khğagha! (yeter, sikerim)
- bibiiiiiişşşş!! - -
- eeeeeaaaa ehuuuuuu eeaeaeaaaa!(yaaaa yine, ne?! yaaaa!!...)

bu kadar işkenceden sonra bırakın da ağlasın........

alternatif var mısın yok musun diyalogları

güzel ülkemizin fenomen haline gelen yarışmalarından Var mısın Yok musun'un kült sözlerinden 'alternatif' diyaloglar:

-20 bin ytl'ye var mısın yok musun?
+bokum!
-bokum diyooooo... ne dediniz siz ali bey?
+bokumu ye!
...

-131 bin ytl'ye var mısın yok musun?
+varıım!
-warum?
+varım acun bey!
-aaa karım geldi.
+acun bey varım be varıım!
-baaakk ben narım
+varım diyorum ulan acur bey! ver şu paramı!
-üff yine kandıramadık, batırdın beni hamdi bu kadar söylenir mi?
+acuuuuun!
-tamam tamam...varıım diyooooor!
...

-çok yaşa?
+yokum.
-yokum diyooooor!

6 Ağustos 2008 Çarşamba

sen kimseyi sevemezsin...

büyük yalnızlığın fotoğrafı belki bu. batan güneşin ağaçları sarıya boyadığı bir saatte bir binadan, camların ardından bir gölge gibi hayatın akışını izleyen bir yalnız adam. sanki büyük bir beddua almış...

orada oturanın kadın olduğunu düşünmek istiyorum şimdi de. bu fotoğrafı üstat Zeki Müren'in bedduamsı, yıkıcı şarkı sözlerini hatırlatmak için.

sen kimseyi sevemezsin sevmeyeceksin.
rüzgârların önünde kuru bir yaprak gibi sürüklenecek... sürükleneceksin.
şefkat nedir, aşk nedir?
ömrünce bunu bilmeyeceksin...

rüzgârların önünde kuru bir yaprak gibi...
sürüklenecek...
sürükleneceksin.

bir rivayete göre kamuran yarkın'ın çok sevdiği iki doktor arkadaşı vardır. evli olan bu arkadaşlarından erkek olan bir gün felç geçirir. kadın bir süre kocasıyla oldukça ilgilenir, ama zamanla sevgisi azalır. koca bir gün öğrenir ki karısının bir sevgilisi vardır. bunları kamuran yarkın'a anlatır. o da bu hüzünlü hikayeye dayanamaz ve kadın için bu şarkıyı yazar. zeki müren de o güzel sesiyle dillendirir.

(Bu şarkının varlığından beni haberdar eden Cey Dayı'ma teşekkürler:)

illa bir başlık koymak mı lazım..

tebessümlerimin arkasında, taa derinlerde gizli kalmış onca ukteye rağmen gülebildiğim zamanlarda; bunun adına "kahkaha" mı demek lazım?
kaldırılması çok zor acıların gözyaşları, yanakları süze süze alçalırken, sevgilinin birden yere düşmesine güldüğümde, bunun adına "acıyı atlatmak" mı demek lazım?
düğün için alınan güne çok yakın bir tarihte, annenin "gelinliğini giydiğini görmek isterdim" son sözüyle, türlü umutlar ve yeşermiş mutluluklar son bulmuşken, düğünde gösterilen iki tebessüm ve dansa "anneyi unutmak" mı demek lazım?
duyguların derinlere yansıyan, ve dışarıları parlatan onca çelişkilerinde; hissedilenleri betimlemek için illa bir kelime mi bulmak lazım? yüreğin akıttığı kanlar ve pırıltıları illa kademelere, seviyelere mi ayırmak lazım? ya da, görünenlerle insanları yargılamak, gülücükleri, acısız, tatlı hayatlar olarak düşünüp, sabah akşam kendi acıların için kendine acımak mı lazım?
şu an yazdıklarıma bir anlam katabilmemiz için, illa bir başlık mı bulmam lazım?

5 Ağustos 2008 Salı

cam kırıldı ve algı şapırdatılan çorbanın farkına vardı

çok sevdiğiniz kuzeniniz her zaman çorbayı şapırdatarak içiyor. siz bunun bir kez farkına varıveriyorsunuz ve çarklar işlemeye başlıyor. her seferinde dikkatinizi çekmeye başlıyor bu durum. çünkü bir kere dikkatinizi çekti, artık her seferinde batmaya başlar bu size ve sinir eder. vahim bir durum...

işte buna cam kırılması diyebiliriz. farkında olmadığımız olaylara bir camın ardından bakıyoruz her zaman. cam kalın ve işlemeli; ses geçirmiyor, göz ne gördüğünü çok da iyi bilemiyor. ama bir an geliyor ki bu camın düz bir yerinden istemeden görüveriyoruz o anı. ve işte o an cam kırılıveriyor. cam kırıkları bize batıp duruyor, sürekli dürtüyor bizi. sürekli bir rahatsızlık, nefret...

kuzenin şapırtısı, kardeşin cips yerken sürekli geviş getirir gibi davranması ya da arkadaşın hep bence şöyle olmalı deyişi çok da önem arz etmez yine de. her zaman belli bir süre sonra bu cam yerine takılabilir.

ama... aşık olduğunuz kızın aylar sonra kaşının üstünde bir beni olduğunu gördüyseniz, bunu da ona söylediyseniz şaşkınlıkla... işte o gördüğünüz an var ya o beni... o zaman aşkınız bitmiş demektir! aşkın gözü kördür, tüm kusurlarını örter sevgilinin ya, kusuru bir kere gördünüz mü işte sizde de camlar kırıldı demektir. aşk bitmiştir.

ondokuz mayıs üniversitesi camiisi


valla şöyle bir bakınca andırdığı uzay gemisi tipiyle tüm turistlerin ilgisini çekiyor. zamanında ülkücü bir rektörün kuşbakışı "kurt" görünümlü olması için böyle bir camii yaptırdığı söyleniyor. ama dikkatle incelenince bana üstten hiç kurta benzeyecek gibi gelmedi. biraz atmasyon bilgiler galiba... klasik camiilerden farklı bir yapım! belki biraz da itinayla bakılıp tanıtımları yapılsa, çok kişinin adını bileceği bir camii haline gelirdi. biraz da renkleri daha canlı görünse... kaç yılında kim tarafından yapıldığını öğrendiğim anda sizinle paylaşacağım.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

açılış yapmayı bilmeyen bir şahsiyetim sadece

bilemem ne paylaşılır beni sevenlerle, okuyanlarla. bilmiyorum ne şekilde anlam kazanır duygularım mantıklarda. ne bekler kıymet verdiğim insanlar benden. ya da gözleri ne arar gözlerime daldığında. bir şelaleyi görecek olduklarında irkilirler mi yüksekliğimin korkularında. ya da bir ateş görseler kaçarlar mı tutkularımın yangınlarından. bilmiyorum ki sizler de ne istiyorsunuz benden :)
kayıtsız şartsız buradayım artık: özel ve huzur veren koltuğumda en tatlı misafirleri kocaman yüreğimle ağırlamaya hazırım karşı pastaneden aldığım tatlılarımla... dedim ya anlamam açılış yapmaktan.

bir düş düşledik...

bir düş düşledik
mutsuzlukları kış kışladık
umudu pış pışladık...


içimizde umutlar büyüttük sürekli
sevdalar, aşklar yeşerttik, rüyalarda...
rüya ile gerçeğin karışıtğı zamanlarda...

ve içimizden geçenler sığmaz oldu zihinlere
ve artık düşten imgeler sanal bir ekranda sizlerle!

bu kısacık tekerlememsi, masalsı zamanların masal girizgahlarına benzeyen cümlelerle başlıyor blog yazılarımız...