
Hangi hastanede, ne tür bir hikayeyle hayata açtı gözlerini, ne tür aksiyonlara neden oldu bebekliği boyunca, kuzen çocukları ilk hangi küfrü öğrettiler ona, ilk adımını attığında kimler vardı yanında...
Hangi ağaçlara tırmandı çocukluğu boyunca, hangi meyvelerin ağaçlarına el uzattı gizli saklı, annesine topladığı çiçekler hangi teyzelerin bahçelerindendi, top oynadığı arkadaşlarının içinde bir başka ses tonuyla konuştuğu, gözlerinde kaybolduğu, ağlamasına dayanamayıp tutarsızca bağırdığı, hatta belki dudaklarından öptüğü o ilk aşkı kimdi...
Yaşıtlarının çıkmış sakallarına kaç ay imrendi, güçlenen parmaklarını ilk ne zaman keşfetti, yanlış arkadaşlardan ne zaman vazgeçti, sürekli dışarı çıkmak için annesiyle yaptığı kavgalar içinde en canına dokunan hangisiydi...
Hakkında bilmediğim koca bir dünya var işte ortağımın. Bildiğimden çok bilmediğim, onu buralara getirip konuştuğu cümlelerde, seçtiği yüklemlerde izlerini bırakan duygu dolu anılarıyla kabının şekillendiği, ona efendiliğini bahşeden, kendisini sevdirten, bilmediğim neleri var..
Ama hakkında onu tanıdığım kadarıyla yazılmış bir hikayem olabilirdi, koskoca bir bütünün içinden hayalimin eşliğinde seçilmiş kendime ait, ama onunla ilgili ufacık parçalarım...
Babası işteyken doğum sancısını yerleştirmişti annesinin karnına. Telefonlar ödeme iki gündür geciktiği için kapalı. Komşuya zor yetişti taze anne. Komşunun kapısı önünde, artık kucağına almak için her saniye tutkuyla ıkındığı yavrusunu görmek için heyecanla, dünyanın en soğuk yerlerinden birini, apartmanlarının ışık almayan koridorunu, güneşi yapıp oğlunun güzelliğini, ısıttırdı ağlayışlarıyla.
Anne sevgisi eşliğinde, gülücük ve taze sevgiler getirip onları birbirine bağlarken, ilk "kaka" demeyi öğrendi kuzenleri sayesinde. "baba"dan önce "kaka" derken, "kaka"larla karşılaşınca her zaman "baba" diyemeyeceğini öğrenen güçlü bir evlat olduğunu gösteriyordu belki de.. ve bilinçsizce söylediği bu ayıp kelime, hayatının bilinçli evresinde de yaptığı son ayıp oldu kesinlikle...
İlk adımını tek başına atmıştı beşiğinden sıçrayıp. "kapanlara kısılamam" diyordu asice. Ceylan gibi sekerim diyordu, esarete yenik düşmektense...
Kocaman bahçede, yan komşuların çocuklarıyla top oynayarak vaktini paylaştığı günlerden biriydi yine, kıyamadan baktığına top çarpmış, ağlıyordu hıçkıra hıçkıra. Kesti topu, bir daha onu ağlatmasına izin vermeyeyim diye, öptü başını acıyan yerinden. Sevgisiyle çözdüğü sorunların sadece ilkiydi bu belki de. Gözlerindeki derin manayla yok ettiği acıların sadece ilkiydi. "acımıyor artık, geçti"...
Hatırladığı ilk anneler gününde çiçeklerini kopardığı bahçenin sahibine yakalanmıştı kaçmaya çalışırken. Hiç yemediği kadar büyük bir azar yemiş ağlayarak getirmişti çiçeklerini annesine. Koşmaktan, belki de onları koparan minik çocuğun içindeki kırgınlıktan dalları boyun eğen çiçeklerini, incili gözleriyle annesine verip atlamıştı kollarına. Onu sevenlerin onun için esirgemedikleri onca şeyin değerini anlayarak söylenmişti: "sevmeyenler ne kadar kötü davranabiliyorlar. Bir daha sevdiklerimin yüzünü astırmayacağım."
Kendi halindeydi her zaman. Arkadaşlarının iyiliklerini istediği için yemişti en büyük kazıklarını hep. En büyük iyilikler peşinde ezilmişti safsızlıkların arasında. Hiç kıskanmadan büyüdü arkadaşlarını. Sabırla bekledi sakallarını. Uzamaları için hiç çaba sarf etmeden, beklediğini kendi bile farkına varmaksızın bekledi. Yediği kazıklarla öğrendi dostu arkadaşı, hayatı öğrendiği için bile hiç isyan etmedi. İlk öptüğü kız, sakallarından rahatsız olduğu için bir ay boyunca, sakallarından nefret bile etti. Annesine nefret duydu o bir ay, erkek doğduğu için...
Kendi kişiliğini tam olarak bulan yetişkin bir bey olduğunda, duygu dolu ruhunu yazılarla şenlendirmelere yeltendi. Benimle paylaşmak istediklerini Silifke yoğurdu yediği cafe masalarına yazdı. Yaptığı en büyük yanlış neydi bilmiyorum ama, paylaşımlarını hiçbir zaman buna pişman olmayacağı bir yazarkasaya açtı...
2 yorum:
bir insanı sadece hissederek, böyle tanımlımak, büyük ve hisli bir kalp istese gerek. içinden gelenleri kaleme dökerken katılan duygu ise, sevgiden gelse gerek insnaları koşulsuz sevme yeteneğinden olsa gerek. takipteyiz hanım EFENDİ.
Hayatı en çok bana "hah!" dedirtiğinde seviyorum. Dürüst olduğu sürece maceraları, yenilikleri, sonunu bilmediğim ama hissettiğim yollara girmeyi, öğrenmeyi, çoşkuyu, çocukça işleyen yürekleri/kafaları, eğrisiyle doğrusuyla insanları, önsezilerinin peşinden korkusuzca gidenleri, ne olursa olsun sonunda "canı sağolsun" diyebilenleri seviyorum. Belki de tüm bunları becerebildiklerine inandığım içindir öykücülere olan sevgim de. Hem kendileri hem diğerleri için hayal eedebildikleri için. Ettikleri için değil ha! "edebildikleri" için. Öyle kolay değildir çünkü hayal etmek. "gerçek olmamak" gibi kocaman bir risk taşır sırtında. Bu yazıyı okuduğumda da bu blogu gördüğümde de "hah!" dedim. Hayal etmeyi göze almış iki kişi, anlatacak öyküleri olan iki kişi!
Peki ben niye şimdi bu yorumu başka bir yazının değil de bu yazının altına yazdım? Dedim ya sonunu bilmediğim ama hissettiğim yollara girmeyi seviyorum:) Yolunuz açık olsun!
Yorum Gönder