20 Eylül 2008 Cumartesi

sucu çocuk... iki yıl arayla...

mersin'in gitgide yüksek katlı sitelerle kaplanan sahil beldelerinden biri. uzun sahil boydan boya şemsiyeler, şezlonglar, güneşlenen insanlar ve onlara içecek-yiyecek satıp para kazanan belde yerlileriyle dolu.

içecek satanlar o kadar çok ki, site site bölgelere ayrılmışlar, gidip geliyorlar o kısımda. bu nedenle her gün sitesindeki yazlıktan çıkan hep aynı seyyar satıcılarla karşılaşıyor. küçük büyük bir sürü çocuk görüyor insan elinde mavi termoslarla ya da mısır tencereleri ve tuzluklarla.

su satanlardan biri diğerlerinden farklı; "su yalii, kola yaliii" diye bağırıyor. hepimiz merak içinde soruyoruz yanımıza çağırıp "ya bu yali'den bi tane versene çok merak ettik." diyoruz. çocuk "su geldi" dediğini ama kelimenin söyleye söyleye biraz dğeiştiğini söylüyor. sanırım bağırırken "yali" demek daha kolay. gülüyoruz ona, o da bize gülüyor. birer su alıp, bir de fotoğrafını çekip "hayırlı işler" diyoruz. sonraki günler bizim gibi "yali" meraklılarıyla yine karşılaşıyoruz, bu merakın yaptığı reklamla satışlarının arttığını görüyoruz. çocuk keyifli, çocuk mutlu, güzel güzel gülüyor daimi... biz de fotoğrafına bakarak gülüyoruz.

iki sene sonra, bu yaz, yine aynı beldenin aynı yerinde bir evde kalınca merakla yalici çocuk gelir mi diye bekliyoruz. gelmez mi? geçiyor tabi önümüzden yine su satarak. artık "yaliii" demiyor. artık kafasında hasır şapkası yerine normal sıradan bir şapka var. artık eskisi gibi o kadar çok gülümsemiyor. su satan, kendinden büyük abileri gibi şimdi. bu sefer önce fotoğrafını çekip, sonra da konuşuyoruz. tanışıyoruz. adı eray. liseye başlıyormuş bu sene.

büyümek zorlaştırıyor hayatı, yükler artıyor. eray'ın mavi termosu bir boy daha büyümüş, termos öncekinin iki katı yük alıyor artık ama eray o kadar büyümemiş ki. ama şimdi çalışacak ki liseyi okuyabilsin. ama umudunu, gülüşünü kaybetmedikçe, abilerinin yolundan ilerleyip eski tarlalarının üzerine inşa edilen sitelerdeki iki evi kiralayıp onun kazancıyla geçinmeyi seçmedikçe hayatta ilerleyeceğinden eminim.

umarım o da umut eder benim onun hakkında umut ettiğim gibi... umut etmek güzel şey.

16 Eylül 2008 Salı

karamazov kardeşler pide ve kebap salonu

lombak köşesinde fatif solmaz&kamuran süner ikilisinin bu başlık altında bir esprisi olmuş galiba. sözlükte görmüştüm, diyalog şu:
+ abi edebiyattan sonra böyle bir işe girmeleri kötü oldu
- öyle deme nuri çok güzel beyti yapıyorlar.
malum ülkemizde x kardeşler hep pideci olur, kebapçı olur.

madem ki bir kere yola çıkılmış bu noktadan, bir tane de ben ekleyeyim dedim:

-bana tek adana dürüm karamazov.
+buyur hemşerim, 5 ytl.
-yalnız benim param-az-ov.
+o zaman adana ne yok!
-sizin adamlığınız da yaramaz-ov.
+yürü git, adamın asabını bozma be!
-zaten burda bir dakika daha kalamaz-ov.

namık'la pavyon kültürü, ivedik'le tur at!

istanbul'a yolculuğun ilk saati. otobüs tıka basa dolu, hatta basamakta bile oturan var. yaşlı teyzeler, türbanlılar, amcalar, çocuklar, delikanlılar...muavin recep ivedik cd'sini koydu vcd'ye. izlemeye başladı herkes.en edepsiz espriye bile gülüyor yaşlı teyzeler.

şahan diyor "murat koyum da tur at" diye, herkes yaşına bakmadan kahkaha atıyor. ben utanıyorum o esprilere, herkes gülüyor. şahan el hareketleri yapıyor, ben utanıyorum türbanlı ablalar birbirlerine ekranı gösterip gülüyor.hani bizdeki o edep duygu falan filan? ne türbanlısı utanıyor, ne sarıklısı, ne de entel kılıklısı...

biz resmen namıkla başlayan ankara pavyon kültürünün üyeleri olmuşuz. "ne kadar sallarsan salla..."

şikayetim sadece recep ivedik değil yani, git gide kültürümüz laçkalaşıyoruz. Bu neden kaynaklanıyor peki, cahillik mi? araştırılması, incelenmesi gereken bir tez konusu doğrusu...

15 Eylül 2008 Pazartesi

en yalın hali: Mustafa

bir büyük adam ki yıllar boyu onun gösterdiği yolda batılılaşma adına ilerledik. onun çabalarıyla bambaşka bir ülke olduk, geliştik, değiştik, güçlendik.

bir büyük adam ki yeri gelmiş günden güne siyasi çıkarlarda adı kullanılmış, git gide tabulaştırılmaya başlanmış, sözlerinin içeriği örtülüp yüzeyselleştirilmiş maalesef... maalesef...

bir adam ki hep soyadını söyledik, o kadar ki meydanlarda bayrak sallayıp adını söyleyerek marşlar okutturdular çocukken; bize onu anlatacakları yere...

o adam atamız, büyül yol göstericimiz mustafa kemal... atatürk'ü bizim verdiğimiz, kemal'i lise öğretmeninin verdiği mustafa kemal atatürk... ama annesinin gözünde "mustafam"! bir tek annesinin hitap etme biçimi: mustafa! ve belki de en yalın, en saf hali... en bilmediğimiz hali...

can dündar ntv&ko'medya yapım ortalığıyla bu noktadan yola çıkarak atatürk'ü anlatmak için yola çıkmış. mustafa'nın selanikte doğuşunda savaştığı şam, çanakkale gibi cephelere kadar onun geçtiği yollardan geçerek anlatmak istemişler. sonunda ortaya mustafa kemal atatürk'ün hayatını yansıtan bir belgesel film ortaya çıkmış. ama bilindik atatürk filmleri değil; bambaşka bir atatürk. sıcak, naif yüzü... tabuları yıkacak, kafada sabitleşmiş, ders kitaplarıyla öğrenilen aynı klasik hikayelerden çok uzak, atatürk'ün günlüklerinin de yardımıyla gerçekleşen bir içsel anlatımla anlatılmış bir atatürk. gerçek anlamda atatürk'ün mustafa yanını anlatılmış.

animasyon teknikleriyle büyük bir görsel bütünlük sağlanan filmde, müzikleri de goran bregoviç yapmış ve gerçekten bregoviç'in jenerik için hazırladığı müzik etkileyici duruyor.

29 ekim'de 180 gibi önemli bir kopya sayısıyla vizyona girecek film. gidilmeli, sinemada izlenmeli. bir filmle tüm kalıplar yıkılamayacak olsa da yekta kopan'ın gece-gündüz'de bu konuya değinirkenki tanımıyla "kilitli kapıları biraz da olsa açması dileğiyle"

14 Eylül 2008 Pazar

İstanbul Sokakları: 101 yazardan 100 sokak

sokaklar hayatımızın en önemli yerleri. küçükken çocuk bahçemiz orası, seksek çizgileri çizdiğimiz ip atladığımız bir çocuk kompleksi, dört taşla kalesini inşa ettiğimiz bir futbol sahası, kan ter içinde fransa grand prix'ini kazanmak için çaba hararcasına pedal çevirdiğimiz bir bisiklet parkurudur.

bu, sadece çocukluktaki oyun alanı olduğunu göstermez sokakların. bu, çocukluğumuzun, yaşamın o en saf halinin geçtiği yeri gösterir. sokaklar çıkarsız, saf, o altın kalpli çocuğun altın yıllarının geçtiği yerdir.

büyüyünce sokaklar değişir, insanlar değişir, sokak sadece gidiş gelişler için kullanılır hale gelir. sokakların o ritmi unutulur. belki yaşlılıkta gelir sokak muhabbetleri...
ama dünya değiştikçe sokaklar da değişiyor değil mi? kaybetmeden tutmalı, en azından anıları tutmalı. anıların tuttuğu ışıkla sokaklarda geçmişi aramalı!

bunun için YKY'den çıkan kitabı tavsiye ediyorum; "İstanbul Sokakları: 101 Yazardan 100 Sokak" İstanbul'un sokaklarını bir de bu yazarları okuyup onların geçmişini, anlattıklarını, yaşadıklarını takip ederek, yazarların bıraktıkları ipuçlarını aramaya çalışarak gezmeli belki de. O sokaklar kaybolmadan, yazanlar ölmeden, anılar silinmeden... Başucu kitabı yapılası bir kitap İstanbul Sokakları.

Her gece yatmadan önce bir tane okumalı, o sokağın hayalini düşlemeli, rüyalarda oraya uçmalı...

"sokak, gidenle geride kalan arasındaki göbek kordonudur. bu kordonu sadece hayat yolunda çıktığınız zalim caddeler keser."
küçük İskender (kitaptan alıntıdır)